Gül Perisi Masalı – Andersen


Bir bahçenin ortasında üstü baştanbaşa güllerle dolu bir gül fidanı büyüyordu. Bu güllerin en güzeli içinde de bir peri oturuyordu. O kadar küçük, minnacık bir şeydi ki bu peri, hiçbir insan gözü onu fark edemezdi… Her gül yaprağının ardında bir odası vardı onun. O kadar okumuş, o kadar güzeldi ki, hani bir insan çocuğu da o kadar olabilirdi. Omuzlarından yerlere kadar kanattı baştanbaşa…

Odası öyle hoş bir koku ile dolu, duvarları o kadar güzel, o kadar aydınlıktı ki… Çünkü hepsi incecik, soluk pembe gül yapraklarından yapılmıştı.

Bütün gün sıcak güneş ışıkları içinde çiçekten çiçeğe uçar, havada süzülen kelebeklerin kanatları üstünde dans eder, bir tek söğüt yaprağı üstünde bulunan irili ufaklı bütün yolları aşmak için atmak zorunda kaldığı adımları sayardı. Bizim yapraklarda damar dediğimiz şeyler, onun gözünde yollardı, büyük kır yollarıydı. Hatta ucu bucağı olmayan yollardı bunlar onun gözünde, çünkü varmak istediği yere ulaşmadan güneş batardı. Gezintisine çok geç başlamış olurdu.

Nihayet soğuklar başlamıştı. Geceleri çiğ düşüyor, havalar da rüzgârlıydı. Yapılacak en iyi şey de eve dönmekti. Elinden geldiği kadar acele ediyordu peri. Ama gül, yapraklarını kapadığı için içeri giremiyordu. Güller arasında bir tek açık gül de kalmamıştı. Zavallı küçük peri dehşetli korktu. Daha önce gecelememişti dışarıda hiç, her zaman sıcacık gül yaprakları arasında uyumuştu o! Yok oluş demekti bu onun için!

Bahçenin öbür ucunda, en güzel keçi boynuzu fidanlarından bir orman bulunduğunu bilirdi. Bunların çiçekleri uzun, renkli boynuzlara benzer. Şimdi bunlardan birisinin içine sokulup sabaha kadar orada uyumak istiyordu.

Uçtu oraya doğru. Dikkat! İki insan vardı ağaçların arasında, birisi genç, güzel bir delikanlı, öteki de resim kadar güzel bir kızdı. Yan yana oturmuşlar, bütün ömürlerince böyle, bir arada kalmak istiyorlardı. Çok seviyorlardı birbirlerini, en iyi çocukların analarını, babalarını sevdiklerinden daha çok seviyorlardı.

“Ama gene de ayrılmak zorundayız, dedi delikanlı. Ağabeyin kin besliyor bize. Onun için beni dağlar, denizler aşırı bir yere, vazife ile gönderiyor. Allahaısmarladık, benim tatlı sevgilim, çünkü sen benimsin, her zaman benim!” Bunları söyledikten sonra vedalaştılar. Genç kız ağlayarak delikanlıya bir gül verdi. Ama gülü ona uzatmadan evvel, üstüne bir öpücük kondurdu. Çiçeği öyle içten, öyle candan öpmüştü ki gül açıldı. Bunun üzerine küçük peri hemen çiçeğin içine uçtu ve küçücük başını ince, kokulu duvarlara dayadı. Kendini fark ettirmeden en sıcak ayrılışlardan birine şahit olmuştu. Şimdi gülün, delikanlının göğsünde yerini aldığını his ediyordu. O! Bu gülün altındaki kalp nasıl çarpıyordu! Hatta küçük peri onun çarpıntısından uyuyamıyordu.

Bununla beraber gül, delikanlının göğsünde fazla kalmadı. Delikanlı çiçeği aldı, tek başına karanlık ormanın içinden yürürken onu öpüyordu. Ama gülü öyle bastırarak, o kadar çok öptü ki, küçük peri ezilmek tehlikeleri geçiriyordu. Delikanlının dudaklarının nasıl yandığını yaprağın altından duyuyordu. Gül de bu yüzden en şiddetli öğle güneşinde kalmış gibi açılmıştı.

Bu sırada bir adam daha geldi. Yüzü karanlık, öfkeliydi. Güzel kızın kötü ahlâklı erkek kardeşiydi bu. Delikanlıya zarar verip; onu söğüt ağacının altındaki yumuşak toprağa gömdü.

Kötü adam kendi kendine, artık yok oldu o, unutuldu, diye düşünüyor, bir daha hiçbir zaman geri dönmeyeceğini söylüyordu. Dağlar, denizler aşarak uzun bir yolculuk yapmaya mecburdu, onun için kolaylıkla bir kazaya kurban gidebilirdi. İşte gitmişti de. Bir daha geri dönmeyecek, kız kardeşim de onu benden soramaz, buna asla izinli değildir!

Adam bunu söyleyerek toprak tümseği kuru yapraklarla örttü, arkasından ayağıyla da çiğnedi. Sonra gece karanlığında eve döndü.

Ama yolda zannettiği gibi yalnız değildi, küçük peri de onunla beraber geliyordu. Kurumuş, kendi üstüne kıvrılmış bir söğüt yaprağının içindeydi, bu da kötü adam mezarı açarken ağaçtan saçları arasına düşmüştü. Adam şapkasını giyince, altı öyle karanlık olmuştu ki! Peri adamın yaptığı bu kötü işten çok korkmuş, öfkeden ürpermiş, titriyordu.

Kötü adam ancak ertesi sabah eve dönebildi. Başından şapkasını çıkardı, kız kardeşinin yatak odasına girdi. İçerde çiçeklere benzeyen o güzel kız uyuyor, düşünde de o kadar sevdiği, şimdi de dağlar aşarak, ormanlar geçerek yol aldığını sandığı sevgilisini görüyordu. Kötü kardeş kızın üstüne eğildi. Hain hain güldü ona. Ancak bir şeytan da böyle gülebilir. Bu sırada solmuş yaprak saçlarından kızın yatak örtüsüne düşmüştü. Adam bunun farkına varmadan dışarı çıktı, sabah saatlerinde biraz uyumak için odasına gitti. Ama peri de yapraktan dışarıya süzülmüştü. Uyuyan kızın kulağına yapışarak ona, bir düşte duyuyormuş gibi, korkunç cinayeti anlatmaya başladı. Kardeşinin onu öldürüp gömdüğü yeri, mezarın hemen yanında çiçek açmış söğüt ağacını bir bir anlattıktan sonra: “Benim sana bu anlattıklarıma inanmaz da düş görmüş olduğunu sanırsan, yatağında bulacağın solmuş yaprak sana gerçeği bildirsin.” dedi. Kız da uyanınca yaprağı buldu.

O! Nasıl ağlıyordu şimdi kız, ne acı gözyaşları döküyordu! Ama güvenip derdini kimseye söyleyemezdi Pencere bütün gün açık kaldığı için küçük peri bahçeye çıkıp oradaki güllere, bütün öteki çiçeklere gidebilirdi. Ama kederli kızı yalnız bırakmayı içi götürmedi.

Birinci pencerede yedi veren cinsinden bir gül vardı. Peri açan güllerden biri üstüne oturmuş, zavallı kızı oradan seyretmeye başlamıştı. Ara sıra kardeşi içeriye, ona geliyordu. Kimi neşeli, kimi neşesizdi. Ama kız ona kalbindeki derde dair bir kelime söylemeye cesaret edemiyordu.

Gece olur olmaz evden dışarı sıvıştı, ormana gitti, çiçek açmış söğüt ağacının bulunduğu yeri buldu. Yerdeki yaprakları açtı, toprağı kazdı ve orada sevgilisini buldu. Şimdi acı acı ağlıyor, aziz Tanrıdan hemen kendisini de onun yanına alması için yalvarıyordu.

Odasına girince saksılar arasından en büyüğünü ayırdı,  sevgilsinin cansız bedenini üzerinden aldığı çiçeği bir vazonun içine koydu. Üstünü toprakla doldurduktan sonra yasemin dalını saksıya dikti.

“Hoşça kal, hoşça kal!” diye fısıldadı peri. Bu kederli manzaraya daha fazla dayanamamıştı. Onun için bahçedeki gülüne doğru uçtu. Ama bu gül de solmuştu. Yalnız yeşil yaban gülünde birkaç sararmış yaprak sallanıyordu.

“Bütün iyilerin, güzellerin ömrü ne kadar kısa!” diyerek içini çekti peri. Nihayet kendine ev olarak seçebileceği bir gül buldu, artık onun ince, kokulu yaprakları ardında oturacaktı.
Her sabah zavallı kızın penceresine uçuyor, kızı da her zaman saksının başında ağlar buluyordu. Döktüğü acı gözyaşları yasemin dalının üstüne düşüyor, kızın rengi ne kadar solarsa, dal da o kadar tazeleşiyor, yeşeriyordu. Sürgünler birbirini kovalamakta, küçük, beyaz tomurcuklar açılmakta, kız da bunları öpücüklerine boğuyordu. Ama kötü kardeş de kızı azarlıyor, ondan delirip delirmediğini soruyordu. Artık tahammülü kalmamıştı, kızın durmadan saksının başında ağlamasını da anlamıyordu. Çünkü o saksının içinde hangi gözlerin kapanmış, hangi kırmızı dudakların göçüp gitmiş olduğunu bilmiyordu.

Bir gün kız başını saksının üstüne eğmiş, küçük peri de gülün üstünden onun öylece uyuduğunu görmüştü. Hemen kulağının içine sokuldu; kıza ormanda geçirdikleri akşamdan, gül kokularından, perilerin aşklarından bahsetmeye başladı. Kız öyle tatlı düşler görüyordu ki, bunlar sürüp giderken sanı da uçup gidiverdi. şimdi cennette, sevgilisinin yanındaydı.
Yasemin çiçekleri, iri beyaz çanlarını açtılar. Çok tatlı kokuyorlardı. Güzel kızın gidişine başka türlü ağlayamazlardı.

Ama bu çiçeklenen güzel fidan kötü kardeşin hoşuna gitmişti. Onu kardeşinden miras diye alıp yatak odasına götürdü, yatağının başucuna koydu. Çünkü güzel duruyordu. Kokusu da tatlıydı, hoştu. Küçük gül perisi onu takip ediyor, ayrıca çiçekten çiçeğe uçuyordu. Çünkü her çiçeğin içinde bir ruh oturuyordu. Peri bunların hepsine genç adamın melek oluşunu, bedeninin şimdi toprak içinde toprak olduğunu, o kötü kardeşi ve kötü kardeşin kız kardeşini anlatıyordu.

“Biz biliyoruz bunları, diyordu her çiçeğin ruhu biliyoruz hepsini! Biz öldürülenin gözlerinden, dudaklarından meydana gelmedik mi?” Bunu söyleyerek başlarını tuhaf tuhaf sallıyorlardı.
Gül perisi bunların dıştan bu kadar sakin görünmelerini anlayamıyordu. Onun için dışarıya uçtu, bal toplayan arılara giderek onlara kötü kardeşin hikâyesini anlattı. Arılar da durumu kraliçelerine bildirdiler. O zaman kraliçe, ertesi sabah hepsi birlikte gidip katili öldürmelerini emretti.

Ama bir akşam önce, yani kızın kayobluşundan sonraki ilk akşam, kötü kardeş kokular saçan yasemin fidanının yanında, yatağında uyurken, çiçeklerin hepsi birden açılmıştı. İçlerindeki ruhlar gözle görülmeyen zehirli kargılarıyla dışarıya fırladılar. Önce adamın kulağına oturdular ve adama kötü düşler anlattılar. Arkasından dudaklarının üstüne uçtular ve zehirli kargılarını oya oya adamın diline batırmaya başladılar.

“Artık senin öcünü aldık!” diyorlardı. Bunu söyleyerek tekrar yasemin çanlarının içine döndüler.

Sabah olup da yatak odasının penceresi ansızın açılınca gül perisi, arıların kraliçesi, bütün arı okulu ile birlikte adamı kaybetmek için içeriye girmişlerdi.

Ama o artık kaybolmuştu. Yatağının etrafına insanlar toplanmış, onu yasemin kokularının kaybettiğini söylüyorlardı.

Gül perisi, çiçeklerin öç aldıklarını anlayınca arıların kraliçesine durumu anlattı. Kraliçe şimdi yanındaki bütün kafile ile birlikte saksının etrafında vızıldıyordu. Adamlar arıları bir türlü dışarı kovamıyorlardı. Bunun üzerine içlerinden biri çiçek saksısını yerinden kaldırdı. Ama bu sırada bir arı, adamın elini sokuvermiş, saksı da yere düşüp parçalanmıştı.

Arılar kraliçesi havada vızıldıyor, çiçeklerin, gül perisinin öcünü şakıyor, en küçük yaprağın arkasında bile, yapılan bir kötülüğü haber verecek, onun öcünü alacak birisinin oturduğunu anlatıyordu.


Tepkinizi öğrenebilir miyiz?

Sevimli Sevimli
54
Sevimli
Üzüldüm Üzüldüm
154
Üzüldüm
Zekice Zekice
80
Zekice
Süper! Süper!
66
Süper!
Oyhşş Oyhşş
47
Oyhşş
Aman Tanrım! Aman Tanrım!
56
Aman Tanrım!
Hıh Hıh
47
Hıh
Şaşırdım Şaşırdım
30
Şaşırdım

Yorum 0

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Gül Perisi Masalı – Andersen