LEYLEK DADI İLE FAKİR KÖYLÜ KIZI


Varmış, yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş, çok söylemesi günah, söyleneni dinlememek çok ayıpmış. Eskiden bir köylü varmış. Fakir, ne tarla, ne bağ, ne de bahçesi varmış, zavallının. Yanlız üç anne kızı varmış. Karı küçük kızını doğururken ölmüşmüş. Bir yıl yine şunun tarlasında, bunun bağında, senin, benim bahçemde çalışmış.. Güz elince parasını almış. Ve şehre inmek için hazırlanmaya başlamış. Heybesini hazırlamış. Çarıklarını onarmış. Sonra da kızlarına: “Söyleyin, şimdik size şehirden ne getireyim,” demiş. Büyük kız: “Bana ipekli bir entarilik getir,” demiş. Çünkü süsüne çok düşkünmüş. Ortanca kız da incik, boncuk meraklısı.

Babasının yokluğunu düşündüğü yok. O da: “Bana, koluma takmak için bilezik, kulaklarıma da küpe isterim,”demiş. Küçük kız: “Ben, ne entarilik isterim, ne bilezik, ne de küpe. Bana getirsen bir lâhana getir. Doldurur beraber yeriz,” demiş, sonra da: “Her şeyden çok senin sağ gidip, salim gelmeni isterim,” demiş, babasını uğurlamış. İhtiyar köylü şehre gitmiş. Sabun almış eve, şeker, tuz almış… Sonra da büyük kızı ile ortanca kızının istediklerini almış. Küçük kızı ise unutmuş. Yolda eve doğru giderken bir lahana tarlasına rast gelmiş. Küçük kızı aklına gelmiş. Lahana tarlasına girmiş. Sahibi görürse para veririm, demiş. Kendi kendine bakınmış sağa sola, sahibi görünürde yokmuş. Bir lâhana koparmış. O sırada lâhananın kökünden bir leylek çıkmış. Konuşmuş leylek: “Bak arkadaş, bu lâhanayı kim için götürürsen götür, onu isterim,”demiş. Köylü ağlamış: “Bunu küçük kızım için aldım. Parasını vereyim. İstersen ben kalayım, ama kızımı veremem,” demiş.

Demiş amma, leyleğe de lâf anlatamamış. Başa gelen çekilir. Ne yapsın fukaracık. “Peki, ne zaman kızımı getireyim,” demiş. Leylek: “Ben akşamüzeri gelir alırım. Kızı dama çıkarın ben gelip götüreceğim,” demiş. Köylü: “Ama ben anca karanlıklar etrafı sarınca köye kavuşurum,” demiş. O zaman leylek: “Yarın akşama gelirim öyleyse,” demiş. Köylü üzgün, iki gözü iki çeşme düşmüş yola. Eve gelince kızları koşup karşılamışlar.

Büyük kızla, ortanca hemen; “Benim entariliğimi getirdin mi? Benim bileziğimle küpelerimi aldın mı?” diye sormuşlar. Küçük kız koşmuş: “Hoş geldin baba,” demiş.. Nasıl rahat gidip gelebildin mi bari? Bakmış babası üzgün. “Ne oldu baba? Niye üzülüyorsun,” demiş. O zaman babası anlatmış. Lâhanayı nasıl unuttuğunu, tarladan alırken karşısına çıkan leyleği ve istediğini. Küçük kız: “Kader neyse o olur baba, ben hazırlanırım, gelsin götürsün. Haktan hayırlısı.”

Ablaları ellerine kınalar yakmışlar. En güzel elbiselerini giydirmişler. Akşamüstü dama çıkarmışlar küçük kızı. Leylek gelmiş küçük kızı alıp gitmiş. Babasını, ablalarını orada bırakalım. Biz gelelim küçük kızla, leyleğe. Leylek kızı alıp gitmiş. Uça uça bir kaleye varmış. Kalede bırakmış bir odaya. Akşam da iyice bastırmış her tarafı. Bu sırada bir adam elinde bir bardak şerbetle içeri girmiş: * Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1968, sayı: 232 “Ben leylek dadıyım,” demiş. Sana şurup getirdim, al iç. Kız şurubu alıp içmiş. Biraz sonra da uyku bastırmış. Uyku ile uyanıklık arasındayken kız, güzel bir delikanlı görmüş. Yiğit mi yiğit.

Yakışıklılıktan üstüne yok. Belki de hiçbir ana doğurmamış. Fakat kız bunu görememişmiş doğru dürüst. Çünkü uyuya kalmış. Sabah uyandığında da kimse yokmuş. Her akşam leylek dadının getirdiği şerbeti içip uyuyan kız sıkılmaya başlamış. Leylek dadıysa kızın etrafında pervane gibi dolaşmaktaymış. Leylek dadı kızın sıkıldığını anlamış. Bir gün: “Sultanım ne sıkılırın, ne derdin ola ki,” demiş. Kız: “Ablalarımı, babamı özledim,” demiş. “Dur bir çaresine bakarız, demiş leylek dadı da.

O akşam yine şerbetini içmiş. Ve uyuyacakken o delikanlı yine gelmiş, her zamanki gibi. Daha önce de leylek dadı delikanlıya: “Paşam” demiş, “sultan hanım sıkılıyor burada.” Konuştum ablalarını, babasını özlemiş. Delikanlı: “Yarın götür görsünler. Bir gece kalıp geleceksiniz. Sonra kızı gözünün önünden ayırma, olmıyaki başımıza bir iş getirir,” demiş. Sabahleyin leylek dadı kızı kanatlarının üstüne oturtmuş. Babasının evine getirmiş. Dama konunca, kızın babası, ablaları çığlık atarak koşmuşlar. Sarılmışlar, sevinmişler, güvenmişler. Kızlar küçük kız kardeşleriyle konuşmak istedikçe leylek dadının orda oturması yüzünden konuşamamışlar. Meraktan ölüyorlarmış.

Bacılarını nereye götürdü diye. Büyük abla bakmış leylek dadı kendilerini terk etmiyor. Düşünmüş bir çare bulmuş. “Bacı kalk kapıya gidelim, elini yüzünü yıka” demiş ve kalkmışlar. İbrik, sabun, havlu almışlar. Feneri de leylek dadının eline vermiş. Dışarı çıkmışlar. Leylek dadı çıkar çıkmaz rüzgâr feneri söndürmüş. Abla leylek dadıya: “Leylek dadı, leylek dadı ne olursun” demiş, “feneri içerde yak da getir.” Leylek dadı feneri yakmaya gidince büyük abla: “Bacı demiş, ne haldesin, nereye götürdü leylek seni? Kimler var orada?” Küçük kız: “Bir kaleye götürdü beni, kim var bilmem.

Her akşam bir bardak şerbet içiyorum. O sırada çok güzel bir delikanlı görüyorum. Amma uykum geldiği için de pek bir şey görmüyorum,” demiş. Ablanın üstüne yokmuş şeytanlıktan yana. “Bacı bu sefer gidişinde şerbeti içer gibi yap da koynuna dök,” demiş. Bak bakalım ne olacak. Ertesi gün leylek dadının sırtında yine kaleye gelmiş. O akşam leylek dadının verdiği şerbeti koynundan içeri dökmüş. İçmemiş. Yalandan uyur gibi yapmış. O sırada bir delikanlı gelmiş odaya. Kızın gözleri kamaşmış. Öyle güzel, öyle güzelmiş ki. Gözler görmeden anlatması çok zormuş bu güzelliği. Kızı sevmiş, okşamış. Birde bakmış kız uyumamış.

Zaten kız o sırada: “Yiğidim demiş, söyle sen kimsin?” Niye gündüz hiç görünmüyorsun?

Delikanlı öfkeden bağırmış: “Leylek dadı, leylek dadı demiş.

Çabuk bu kızı al nereden getirdinse oraya götür bırak” demiş. Kız yalvarmış yakarmış kendisini kovmasın diye, ama delikanlı dinlememiş. Leylek dadı kızı almış. Babasıgile bırakacakmış. Yolda kız: “Leylek dadı, kulun kölen olayım beni babamgile bırakma. Götür pazara bir tel ipliğe sat,” demiş. Leylek dadı kızı yalvarmasına dayanamamış, almış bir esir pazarına götürmüş. Esir kızlar kaynaşıyormuş pazarda. Leylek dadının yanına biri yaklaşmış. “Kardeş” demiş bu köle kızı kaç altına satarsın? Leylek dadı: “Altun maltun istemem, bir tel dikiş ipliğe verene satacağım,” demiş. Adam bir sap dikiş ipliğe vermiş, kızı alıp gitmiş. Padişahın sarayına getirmiş.

Aşçının yanına yamak diye vermiş. Kız mutfakta sebze ayıklamakla, bulaşıkları yıkamakla vaktini geçirmiş. Yalnız her gün, aşçı kadının bulaşık suyunu bir kaba koyup, akşamüstü alıp bir yere götürdüğünü görmüş. Bunu takip etmeye karar vermiş. Bu arada padişahla kraliçenin çok üzüntülü olmasının sebebini de öğrenmiş. Meğerse padişahın bir tanecik oğlu yedi yıldan beri kayıpmış. Padişah da, bulana padişahlığını vereceğini söylemiş. Neyse kız padişahın oğlunu nereden bulam ki, demiş. Hiç düşünmemiş bile. Aşçı kadını takip etmiş. Bakmış kadın bulaşık suyunu aldı ve yola koyuldu. O da arkasından gizlene gizlene gitmiş. Sarayın altındaki mahzende kırk oda varmış. Otuz dokuzuncu odanın hizasına geldikleri zaman aşçı kadının ayak sesini içerden duyan biri, ince, hasta ve zayıf bir sesle: “Gene mi geldin, gene mi o bulaşık suyunu bana yedireceksin” demiş.

Kadın cebinden çıkardığı bir anahtarla kapıyı açmış. Kız da kapının anahtar deliğinden içeriyi gözlemiş. Bakmış ki adam var içerde. Saçı sakalı uzamış, rengi sapsarıymış. Köpek gibiymiş. İnsana benzemezmiş konuşması. Aşçı kadın: “Al iç bunu. Şu kuru ekmeği de ye hadi. Ya benim topal, kör kızımı alırsın, ya da burada kalırsın,” demiş Adam: “Kızını almam,” demiş, Padişah babamla kraliçe anam duyunca ne hale düşersin aklına getir. Aşçı kadın: “Padişah babanla, anan olacak karı senden ümidi kestiler, kırk yıl kalsan seni bulamazlar,” demiş.

Bulaşık suyu ile ekmeği bırakmış çıkmış. Köylü kız da kaçmış ordan aşçı kadın görmesin diye. Ertesi sabah kız padişahın karısının yanına gitmiş: “Hanım, hanım” demiş. “Ne olur söyle de aşçı kadın hamama gidip yıkansın. Öyle pis öyle pis ki sorma. İnsanın midesi bulanıyor görünce.” Padişah karısı: “Peki,” demiş, Öğlen yemeğinden sonra gitsin hamama. Haber ver, demiş. Kız gitmiş haber vermiş. Aşçı kadın bohçasını, tasını, sabununu hazırlamış hamama girmiş. Köylü kızı da padişahın karısının yanına varmış: “Hanım, hanım” demiş. Ne olur hep oturuyorsun. “Gel sarayın içinde biraz gezelim.” Padişah karısı: “Sen ne diyorsun kızım.

Ben bir tanecik oğlumu kaybedeli deli divaneyim,” demiş. Kız yalvarmış, yakarmış sonunda padişah karısı kabul etmiş. Köylü kızı ile Padişah karısı sarayın içini gezmeye başlamışlar. Sıra mahzene gelince, padişah karısı: “Yeter” kızım, bu sarayın içi bana, oğlum olmadıktan sonra gayrı zindan gibi, ne diye geçeyim ki, demiş. Fakir köylü kızı: “Ne olur hanımcığım, ne olur burayı da gezelim,” demiş. Netmiş, netmemişse hanımını razı etmiş. Mahzendeki otuz dokuz odayı gezmişler. Kırkıncı odanın kapısına yaklaştıkları zaman içerden: “Aşçı kadın, her gün bir defa gelirdin, bugün iki mi oldu? Bulaşık suyunu içmeyeceğim” diye inilti dolu, zayıf bir ses duymuşlar.

Padişah karısı şaşmış. Fakir köylü kızı ise hiç şaşmamış tabii. İçerde padişah oğlunun bulunduğunu biliyormuş. Neyse kapıyı açmışlar. İçerde hasta, bitkin, saçı sakalı birbirine karışmış bir delikanlı taşların üstünde yatıyormuş. Onların bir şey söylemelerine vakit bırakmadan hasta telâşlı koşmuş, padişah karısına sarılmış; “Anam, benim, anam benim buldun demek,é demiş. Ağlamış. Aşçı kadının yaptıklarını anlatmış. Delikanlıyı yukarı çıkarmışlar. Uşaklar yıkamış. Giydirmişler. Padişahla karısı sevinmişler, güvenmişler… Bu sırada pencereden bakmışlar ki aşçı kadın geliyor. Padişah emir vermiş. Yukarı çıkarmışlar kadını. Padişah meseleyi anlatmış. Oğlunu çağırtmış, birde o anlatmış. Aşçı kadında bet beniz atmış.

Padişah öfkeyle bağırmış: “Söyle kırk katır mı istersin, kırk satır mı,” demiş

Aşçı kadın: “Ölüm sana, demiş. Kırk satırı nedeyim, kırk katır ver ki binip babamgile gideyim. Kırk katır çıkarıp arabaya koşar gibi bağlamışlar birbirine. Aşçı kadını da en sondakinin kuyruğuna. Kadın parça perçik olmuş.

Padişah köylü kızına: “Gel tahtımı verem, malımı, mülkümü verem, istersen oğluma alam, gelinim kızım ol, demiş Köylü kız: “Tahtında yılarca bahtiyar ol padişahım, malınla, mülkünle yıllar yılı zevk sür sefa sür. Fakir fukarayı yedir, giydir, oğluna ise dengin olan bir padişah kızı alasın inşallah. Bana iyilik yapmak istersen beni azat et ki, babamın yanına döneyim,” demiş. Padişah kızın istediğini kabul etmiş. Altın vermek istemiş ama kız almamış. Yalnız başına yollara düzülmüş, yeniden leylek dadının kalesine varmış. Kapıda bağırmış. “Leylek dadı, leylek dadı,” demiş. Gel beni pazara götür de bir tel ipliğe sat. Leylek dadı: “Sen misin başımın belâsı demiş ama kızı pazara da götürmüş. Pazarda kızı gene öncekinde olduğu gibi bir tel ipliğe satmış. Kızı yine bir padişahın adamları alıp saraya getirmişler. Leylek dadı da kalesine dönmüş.

Kızın geldiği saray çok büyükmüş. Bir padişahınmış. Padişahın bir deli kızından başka hiçbir derdi yokmuş. Bu deli sultan her gün bir genç kız yiyerek yaşarmış. Zincirlerle bağlamışlarmış ellerini ayaklarını. Kimse yanına yaklaşamazmış. O gün yine pazardan, bir esir almışlar kız yesin diye. Ama fakir köylü kızı bilmiş bunu. Saraya gelince bir odanın kapısı önüne getirmişler. İşte o zaman anlatmışlar meseleyi. Kız “Kader” demiş. Hemen odanın kapısını açıp içeri itelemişler. Kapıyı çar çabuk kapatmışlardır. Fakir kız bakmış, güzel mi güzel bir kız. Kollarından, bacaklarından zincire bağlamış yatıyor.

Kız ayın on dördü gibiymiş. Geldikten üstüne yokmuş. Aya diyormuş doğma ben doğam, güne diyormuş doğma ben doğam. Neyse masalda tez olur. Deli kız uyumuş ya… Köylü kızı da fırlayıp bir rafın üstüne çıkmış ertesi günü bir kız daha içeri itelemişler deli kız yesin diye. Fakir köylü kızı bunu da rafın üstüne kendi yanına oturtturmuş. Daha ertesi günü bir kız daha. Onuna rafın üstüne oturtmuşlar. Gece olunca bakmışlar çok açlar. Ne yiyecek, neydek derken köylü kızı eğilmiş, pencereden bir ışık görmüş. Işık çok uzaktaymış. Ama açlık, ne yapsınlar. Köylü kızı “Haydi, başörtülerinizi, kuşaklarınızı çözün, uç uça düğümleyerek benim belime bağlayın, aşağı inip aşağıda gördüğümüz o ışığın yanına gideyim belki bize ekmek verirler, demiş. Başörtüleri kuşakları uç uca bağlayıp bir ucunuda kızın beline bağlamışlar. Kız usulca pencereden aşağı kaymış. Belindeki ipi çözmüş.

Işığı gözüne alarak yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş. Işığın yanına varmış. Bakmış bir dağ başı. Üç keşiş varmış burada. Keşişlerden biri kaynamakta üç kazan katranın altındaki ateş sönmesin diye habire yakarmış. Bir diğeri bir şeyler yazıp çabuk çabuk kazanların altına atarmış. Üçüncü keşiş de kazanlardaki katranı karıştırırmış. “Keşiş babalar ne yapıyorsunuz? Nasıl yorulmuşsunuzdur kim bilir? Ne yaptığınızı bilmem ama bana öğretin ben sizin işleri göreyim. Siz biraz uyuyun. Sonra sizi kaldırırım bana biraz yiyecek verirsiniz,” demiş. Keşişler işlerini söylemişler. Büyük keşiş: “Biz bu memleketin padişahının kızına büyü yaptık. Kız yedi senedir deli. Sebebi de istedik, kızı bize vermedi. Verseydi böyle yapmazdık.

Neyse bak böyle yapacaksın. Yazdıklarını kazanlara atacaksın. Dikkat et ateş sönmesin. Sonra ara sıra da karıştır katranı” Kız: “Anladım,” demiş. Keşişler uyumuşlar. Kız ateşi söndürmüş. Yazdıklarını yakmış. Sonra da kazanlardaki katranı keşişlerin başına dökmüş. Keşişler ölmüşler. Sonra koşmuş evden bir çıkına ekmek, peynir doldurmuş. Çabucak yola düzülmüş. Sarayın yanına varınca bakmış sabah oluyor neredeyse. Kuşak ve başörtülerinden yaptıkları ipi beline bağlamış. İçerdeki kızla ipi çekmişler.

Kızcağız çıkıp rafa oturmuş yeniden. Getirdiği ekmekleri yemişler. Sabahleyin içeri bir kız daha itelemişler. Kızı rafa çıkaracakları zaman, padişahın deli kızı uyanmış. Bakmış rafın üstünde dört kız oturuyor. “Bacılar” demiş. Niye oraya çıkmışsınız. İnin şu geniş yerde oturun. En önce odaya giren fakir köylü kızı: “Yaa! Demiş. İnelim de bizi yiyesin. İnmeyeceğiz. Padişah kızı: “ Bacılar demiş, hiç insan insanı yer mi?” Kızlar: “Yemezler mi?” demişler. Padişahın kızı: “Ben hiç işitmemiştim,” demiş. Kollarındaki bacaklarındaki zincirlere bakmış. “Bunları kim bağladı,” demiş. “Niye ben deli miyim ki beni bağladılar. Fakir köylü kızı rafta oturan kızlara, keşişleri nasıl öldürdüğünü büyüyü bozduğunu söylemiş. Sonra da raftan inmiş. Padişah kızının zincirlerini çözmüş. Öbür kızlar da inmişler. Köylü kızı “Hadin” demiş. “Şarkı söyleyecek, eğlenecek, padişahımızın kızı iyileşti” diye.

Kızlar şarkı söylemişler, eğlenmişler. Dışardan sesi duyanlar gelip kapıyı açmışlar. Bakmışlar padişah kızı yesin diye odaya iteledikleri dört kız da sapsağlam, oynuyorlar. Padişah kızı da zincirleri atmış bir yana şarkı söylüyor. Padişaha koşmuşlar. Müjde vermişler, “Kızın iyileşti” diye… Padişahla, karısı koşmuşlar. Kızlarına sarılmışlar, öpmüşler, sevinçten ağlamışlar. Neden sonra padişah kızının kim iyileştirdi, demiş. Köylü kızını göstermişler. Padişah ona: “Dile benden ne dilersen,” demiş. Kız: “Sağlığınızı dilerim,” demiş. Beni azat et gideyim. Padişah kızı azat etmiş. “Gene bekleriz” diyerekten yollamışlar. Kız yola düzülmüş, az gitmiş, uz gitmiş leylek dadının kalesine varmış. Kapıda: “Leylek dadı, leylek dadı” diye seslenmiş. Leylek dadı: “Ne o başımın belâsı, gene mi geldin,” “Leylek dadı, leylek dadı ne olur beni pazara götür. Bir tel ipliğe sat,” demiş. “Peki,” demiş. Bu sırada da o geceleri köylü kızı şerbet içip yatınca yanına gelen delikanlı gelmiş. “Yok,” dadı demiş. Götürme onu. Leylek dadı da adam olmuş. Delikanlı: “Hadi demiş, koş babama müjde ver ki toy ede, düğün ede. Ben bu kızla evleneceğim,” demiş. Sonra da: “Bak dadı bu bizim büyümüzü de bozdu. Artık her gün insan olacağız. Gündüzleri leylek olmayacağız,” demiş. Meğer bunlara da büyüyü o keşişler yapmışlarmış. Dadı müjde vermeye koşmuş. Delikanlı kızın elinden tutarak babasının yanına getirmiş. Kırk gün kırk gece toy etmişler, düğün etmişler. Onlar ermiş muradına…

Derleyen: Nebahat ÇETİN


Tepkinizi öğrenebilir miyiz?

Sevimli Sevimli
32
Sevimli
Üzüldüm Üzüldüm
35
Üzüldüm
Zekice Zekice
48
Zekice
Süper! Süper!
152
Süper!
Oyhşş Oyhşş
48
Oyhşş
Aman Tanrım! Aman Tanrım!
36
Aman Tanrım!
Hıh Hıh
79
Hıh
Şaşırdım Şaşırdım
51
Şaşırdım

Yorum 0

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

LEYLEK DADI İLE FAKİR KÖYLÜ KIZI