Tanrının İnayeti Hikayesi

"Macar Efsane ve Öykülerinde Türkler" kitabında bulunan "Tanrının İnayeti" hikayesini tarih severler için yazdık.


*

Bundan aşağı yukarı bir yarım saat sonra ise kayık kalenin bulunduğu adanın kıyısına yanaşıp durdu. Soylu bey ihtiyar kayıkçıya bir altın verdi, o ise bu kadar parayı görünce şaşakaldı. Çünkü onunla ne yapması gerektiğini bile bilmiyordu.

-Seni burada, köprünün yakınında beklerim beyim. -dedi mutluluktan kekeleyerek.

-Sadece gelince üç kez ıslık çalman gerek ve ben hemen burada olacağım. İster bugün isterse yarın geri dön fark etmez, seni burada bekleyeceğim… Ve eğer izin verirsen bu biçare kuluna bir şey daha söylemek isterim sana. İzin ver de söyleyeyim. İşi sakın düelloya kadar götürme. Kral István’ın Zalavár Manastırını korumak üzere görevlendirdiği adamlar yüzlerce çarpışmada deneyim kazanmış savaşçılardır, kana susamış aç Alman köpekleridirler ve bugüne kadar hep aynı türden olanlar seçiliyorlar bu iş için. Baş rahibin eski haklarını koruyup gözetmesi için özel olarak seçilen kişiler onlar… Sizlerin silahları onların demir döküm migferleri ile zırhları arasında çok zor bir yol bulurlar kendilerine…

*

Zalavár kale komutanına önde gelen bu soylunun gelişi haber verilince kale komutanı derhal büyük beyin emrine bir delikanlıyı verdi refakatçi olarak. Péter Türje işte bu şekilde geçebildi ağaç dallarından yapılmış geniş köprülerden, iç ve dış kale surlarını oluşturan palankalardan, kazıklı surlardan. Kalenin etrafını çevreleyen arklardan refakatçisinin eşliğinde geçti yabancı ve önce dış, sonra da iç kaleye ulaştı en sonunda.

-Eh burada yolunu bulmak o kadar da zor değilmiş oğlum! -dedi kalenin iç avlusuna vardıklarında ve refakatçisine dönerek:

– Eğer yanılmıyorsam şu, kilisenin yanında bulunan kalın duvarları olan bina manastır olmalı. Komutanına Türje soyundan gelen Péter’in kendisini hürmetle selamladığını söyle, ancak bu sefer buraya geliş nedenim onu görmek için değil. Konuşmamı manastır rahibi ile yapacağım. Onun için gelişimi ilk önce rahip efendiye bildir bakalım. – dedi kararlı bir sesle.

Birkaç dakika sonra soylu silahşor manastırın geniş, kavisli kemerleri olan kabul salonuna alındı. Orada uzun boylu, kır sakallı bir keşiş ayakta duruyordu ve dua edecekmiş gibi göğsünde kilitli ellerini kocaman göbeğinin üzerinde dinlendiriyordu.

-Adım Peder Anastasius. -dedi başını eğerek ve:

-Görevim manastırın dünyevi işlerini halletmektir. – diye ekledi.

-Peki ya başrahip efendi? -diye sordu şimşek çakan gözlerle soylu bey.

-Türje soyundan olanları görmeye bile tahammülü yok mu?

-Başrahibimizi, efendimizi bir tek dinî işler ilgilendiriyorlar. – dedi duyduklarından rahatsız olan keşiş.

-Onun için mi başkalarının mal mülküne saldırma işlerini kendi kul kölelerine yaptırıyor? Onun için mi pis işlerini o aşagılık adamlarına bırakıyor? İnsanları soyma ve mallarını yağmalama işini ondan mı kendisi yapmıyor?

-Yüce Tanrı ani heyecandan dolayı söylemiş olduğunuz bu isyan dolu sözleriniz için sizi affedecektir. -dedi sakin bir sesle keşiş ve kendinden emin bir sesle sözlerine devam ederek:

-Şikayetinizi biliyoruz ve bize ait yerlerin sınırlarını ve haklarını kralımızın deklarasyonuna uygun olarak da yerine getirmeye, gelenekleri korumaya çalışıyoruz. Durum böyle iken bizim adaletimizden nasıl şüpheye düşebilirsin? – diye sordu hakkını aramaya gelen yabancıya.

-Bana adaleti ve hakkı resmi yerler, makam sahipleri ya da kişiler değil o hakkı bize, bizim yurt kuran atalarımız verdiler. Türje sülalesinin topraklarının sınırlarını da bu bölgeyi almak için kanlarını akıtan atalarım belirlemişlerdir.

– Başrahibimiz Salamon efendimiz bu davayla ilgili bütün olayları biliyor. Ben kendisine anlatmıştım. Onun için de her şeyi gayet iyi biliyor. -dedi ve başını yere egdi keşiş sanki konuşma bitmiştir dercesine ama o sırada:

-Sizin tek toprak kavganız, tek davanız bu değil diye düşünüyorum. – diyerek rahibin sözünü kestirip attı Péter Türje.

-Nereye gitsem her yerde Zalavár Manastırı başrahibinin işpanlarının çapulculuğundan, haneye tecavüzlerinden şikayetçi bütün soylular, hatta serf ahali bile.

-Başrahibimiz Salamon efendimiz Macarların bu huzursuz ve sabırsız yönünü gayet iyi biliyor. Ve işte tam da bu nedenle, bunun için merhametli ve hoş sözlere alışık olan kulaklarıyla bu tür inançsız düşüncesiz konuşmaları dinlemez. Onun gibi birisi bu tür sözleri dinlemez bile. Çünkü farklı kişilerin selefi olan birisidir o!

-Ya, öyle mi? Bizim atalarımızın sizinkilerden farkı nedir ki?!

-Onun ataları kan bağları ile değil, gönül bağları ile olanlardır. -dedi bilge bir söz söylemiş edasıyla rahip ve devam etti:

-Sen, bu manastırı Kral István’ın kurmadığını, hatta sadece yenilediğini bile bilmiyorsundur belki de. Büyük bir olasılıkla bilmiyorsundur bunu. Bu bataklığın ortasında daha Romalılar döneminde kazıkların üzerine oturtulmuş bir castrum duruyordu. Bu kaleyi Pribina-Mora hükümdarı daha sonra güçlendirmiş, genişletmiştir. Siz Macarların daha Hristiyanlıgı kabul etmeden yüz yıl öncesinde o, burada, bu kiliseyi açmıştı halkın hizmetine.

Şunu bil ki… -dedi sesini biraz daha yükselterek rahip ve bu arada yabancı aksanı iyice kendini belli etmeye başlamıştı:

-Bu bataklık yerleşim yeri sadece Macar beylerinin bu bölgede hakimiyetlerinden daha eski değil aynı zamanda da bu ülkedeki ilk Hristiyan kiliseleri de burada inşa edilmiştir vaktinde. Ve bunların içinde Aziz Benedek tarikatına ait manastırı ve kiliseyi bundan dört yüz yıl önce inşa etmişlerdir ki o zamanlar Macarlar henüz bu yöreye gelmemişlerdi bile. Bırak buraya gelmeyi, buranın adını bile duymamışlardı henüz ve daha o zamanlar bu kilise Salzburg piskoposu tarafından kutsanmıştı. İşte ona gönül bağları ile bağlı olan ve onun mirasını korumaya çalınan bir kişidir başrahibimiz Salamon efendimiz!

-Evet, bugün kalesine kapanarak saygıdeğer Macarların topraklarını yağmalayan ve Alman asıllı maşa rahipler ile Salzburg piskoposunun anısını korumaya çalışan bir kişi olduğu çok doğru!

-Bu kadarı yeter! – diyerek sesini yükseltti onun sözlerine itiraz edercesine rahip:

-Benim, dünyevi konuları halletmeye çalıştığım için her türlü söze alışık olan bu kulaklarım bile senin şu tanrıyı inkar eden sözlerini işitince dehşete kapılmama yetti. Seni başrahibimiz Salamon efendimizin huzuruna çıkartamam, ancak onun kararını sana duyuracağım.

-Kendi hatalarını kapatmak, kendi kusurlarını örtbas etmek için başkalarının kaderini belirleyecek kararları veren birisi acaba nasıl birisi olabilir ki? -derken Péter Türje’in sesi salonda çınlıyordu.

-O tek başına hüküm vermiyor, kimseyi yargılamıyor. –dedi sanki karşısındakine merhamet edermişcesine bir ses tonuyla konuşan rahip:

– Hükümdarımız Kral István’dan bu yana sen de gayet iyi biliyorsun ki toprak davalarında son kararı belirleyen olay düellodur. Sen başrahip efendimizin hizmetkarlarının senin topraklarına saldırdıklarını iddia ediyorsun, bizim serflerimiz ve işpanlarımız ise bunu inkar ediyorlar. Eski geleneğe göre bu durumda davalı ile davacı taraflar kendi aralarında düello yaparlar ve yüce tanrı kimin kılıcına zafer kazandıracak güç verirse zafer onundur, adalet ondan yanadır. -dedi.

-O halde seninle mi düello yapacağım? -derken kendini tutamayıp güldü Péter Türje:

-Yoksa senin şu başrahip efendinle mi dövüşeceğim? -diye devam etti konuşmasına alaylı bir üslûpla Péter Türje.

-Bizim inancımız bize savaşmayı yasaklar. -dedi yapmacık, sahtekar bir edayla rahip ve göz ucuyla da gelen adamı bir süzdükten sonra:

-Bizim sırtımızdaki keşiş giysisini kan kirletemez. Kral István, Manastırımızın başrahibinin emrine düello yapacak usta silahşörleri işte bunun için vermiştir. –dedi küstah ve meydan okuyan bir tavırla.

O anda birdenbire ihtiyar rahibin arkasında tepeden tırnağa kadar zırhlara bürünmüş iri yarı bir silahşor beliriverdi.

-Başrahibimiz düellonun sabah saat onda yapılmasını uygun görmüşlerdir. Kim kazanırsa dava onun lehine dönsün. Başrahibimiz, efendimiz her şeyden evvel tanrının emirlerine boyun egiyor, zira onun yüce adaletine güveniyor.

-Ve tabii bu arada parası fazlasıyla ödenmiş olan paralı askerin kılıcına da. -dedi içinde bulunduğu durumla alay edercesine konuşan Péter Türje ve dışarı çıkarken de manastırın kapısını hızla çarptı.

Tepkinizi öğrenebilir miyiz?

Sevimli Sevimli
2
Sevimli
Üzüldüm Üzüldüm
15
Üzüldüm
Zekice Zekice
6
Zekice
Süper! Süper!
4
Süper!
Oyhşş Oyhşş
3
Oyhşş
Aman Tanrım! Aman Tanrım!
8
Aman Tanrım!
Hıh Hıh
2
Hıh
Şaşırdım Şaşırdım
2
Şaşırdım

Yorum 0

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tanrının İnayeti Hikayesi

3 / 5Next